top of page
  • Yazarın fotoğrafıPetra

Türkiye’de Sürdürülebilir Mimari

İnsan, yaradılış evresinden günümüze kadar geçen zaman sürecinin her anında çevreyle iç içe olmuştur. Fakat çevre ve ekolojiyle olan bu yakın ilişki gün geçtikçe doğaya zarar verme boyutlarına kadar erişmiştir. Gelişen teknolojiyle ve teknolojinin bizlere sağladığı kolaylıklarla birlikte farkına varamadığımız veya oldukça geç vardığımız; global problemimiz olan küresel ısınmanın yarattığı değişimlerin büyük bir payında yaşadığımız binaların büyük bir etkisinin de olduğunu biliyor muydunuz?

Dünya’nın bizlere yok olma sinyallerini verdiği halde ısrarla görmezden geldiğimiz ekosistemimizin çöküşünün başlamasıyla beraber Avrupa’da yapılan araştırmalara göre, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde, toplam enerji kullanımının %40’tan fazlası, CO2 emisyonunun %30’u ve sentetik atıkların %40’ı bina sektöründen kaynaklanmaktadır. Kaynaklar, bina sektöründe, malzeme ve enerji gibi formlarda büyük miktarlarda kullanılmaktadır. Ayrıca, binalar ormanlık alanların yok olması, temiz su kaynaklarının bozulması, ozon tabakasının yıpranması, vb. gibi küresel anlamda sürekli bir yıpranmaya da neden olmaktadır. Yeryüzünden çıkartılan malzemelerin yaklaşık %50’si bina sektörü tarafından kullanılmaktadır.

Bu devrede yeni bir çıkış yolu aranmasıyla beraber sürdürebilir mimari anlayışı ortaya çıkmıştır. Sürdürülebilir mimari, bina programının oluşturulması aşamasından başlayıp, gelecekteki kullanımı, bina ömrü ve binanın yıkım/yeniden kullanım sürecini de içeren uzun vadeli bir düşünce ve eylem felsefesi olarak açıklanabilir. Avrupa, sürdürülebilir mimari anlayışını uzun süredir kapsamlı şekilde uygulamaya çalışırken, Türkiye bu konudaki sürdürebilirlik çalışmalarında oldukça yeni ve ne yazık ki yetersizdir.

Bunun başlıca sebeplerinden bir kısmı inşaat endüstrisinde yer alan yöneticilerin, kısa vadeli kazançları hedef alması olarak görülürken aslında büyük bir kısmının ise devlet desteği, yönetmelik ve yaptırım düzenlemelerinin yetersizliğidir.

Türkiye’de, diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, yaşam koşulları ekonomiye ve çevresel koşullara bağlıdır. Ancak, ekonomik olanakları düzeltme çabaları sırasında doğa ve çevre göz ardı edilmemelidir. Ülkemizde özellikle TÜBİTAK, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ‘nın bu konudaki hassasiyetinin artmasıyla birlikte, inşaat endüstrisindeki sürdürülebilirlik bilinci de artmış olacaktır. Ancak böyle gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakabiliriz.


60 görüntüleme0 yorum
bottom of page